Büyük Friedrich (Frederick)

                                                                                                     Prusya Kartalı             

Tarih pek çok şanlı hükümdarla doludur. Ülkeler fetheden, reformlar yapan, generallere ilham olmuş krallar ve sultanlar ile klasik tarih yazıcılığı daima ilgilenmiştir. Belki de sayısı yüzleri bulabilecek bu hükümdarlar, hangi yolla yapmış olurlarsa olsunlar, uluslarını ileriye taşımış kişiler olarak görülürler. Her ne kadar genellemek doğru olmasa da ana hatlarıyla bakacak olursak karşılaşacağımız insanların ortak bazı özellikleri bulunmaktadır. Otoriter bir yapı, kararlılık, kısmen gözü karalık, çalışkanlık ve daha da arttırılabilecek örnekler aklımızdaki ideal hükümdar yapısını tamamlar. Tarihe bakıldığında da "büyük" lakabına layık görülmüş yöneticilerde bu özelliklerin en az birkaçı görülür (örn. Büyük Petro, Büyük Alfred, Büyük Pompey). Biz, insanlar, şanlı hükümdarlar hakkında konuşurken ya da onları incelerken ilk etapta derin düşünmeyiz. Bahsedilen yöneticilerin fethettikleri yerler, kazandıkları savaşlar, taktıkları taç bizi alır ve ihtişamlarının arasında boğar. Aslında bu boğma sadece tarih için de geçerli değildir. İnsanlar bir olayı dinlerken kafalarında her zaman daha epik bir canlandırma oluştururlar. Benzer olayları kendileri yaşadıklarında ise aslında düşündükleri  kadar şanlı anlar olmadığını, canlandırmalarının bir nevi yanılsama olduğunu fark ederler. Aynı şekilde tarihteki büyük şahıslar da her zaman büyük değillerdi. Her zaman savaşmadılar, her zaman da başlarında taç ile tahtlarında oturmuyorlardı. Sıradan bir insan gibi kişisel zevklere sahiptiler. Ondan ötürü bu kişileri değerlendirirken sadece başarıları ile bir değerlendirme bulunmanın yavan bir değerlendirmeye yol açacağı düşüncesindeyim. Krallar, sultanlar, şahlar için çift kişilikli yakıştırmasını yapabiliriz. Kişiliklerden biri "hükümdar" , diğeri ise "insan" kişiliğidir. Elbette ki bu durum bir yere kadar toplumsal hayattaki rol kavramıyla açıklanabilir ancak hükümdarlar için çoğu zaman sahip olunan roller birbirine geçer ve kimi zaman kendileri bile bunu fark etmezler. Yine de tarihte bu kişilik ayrımına varabilmiş büyük yöneticiler vardır. Örnek olarak Prusya Kralı II. Friedrich verilebilir. Zaten yazmakta olduğum yazının yazılma sebebi de kendisinin ölüm yıldönümünün gelmesidir. Friedrich, Prusya'nın Almanya'ya uzanan yolculuğundaki en önemli mihenk taşlarından biri olması sebebiyle hem döneminin hem de Avrupa tarihinin en etkili hükümdarlarından sayılmaktadır.

                                                          Büyük Friedrich

                                                                                                    Büyük Friedrich 60 yaşındayken

Doğum adıyla Prens Friedrich, daha sonraları Kral II. Friedrich ve daha da sonraları Büyük Friedrich veya Yaşlı Fritz. 24 Ocak 1712'de Prusya başkenti Berlin'de dünyaya geldi. Çocukluğu da babasının sarayında geçti. Babası Kral Friedrich Wilhelm, sonraları çok övülecek ve ilham alınacak Prusya ordusunun temelini atan kişi olarak gösterilebilir. Kendinden önceki kralların aksine orduya özel bir önem vermiş, asker-kral olarak tanınmak istemiştir. Rakiplerine kıyasla küçük ülkesinin, büyük hedeflerine ulaşabilmek için ordusunun güçlü olması gerektiğinin farkına varmış; disiplin ve taktik anlamında ilerleme sağlanmasının gerekliliğini anlamıştır. Friedrich de orduya önem veren kralın en büyük oğlu, dolayısıyla veliahtı konumundaydı. Ondan beklenen de iyi bir asker olup babasının eylemlerini devam ettirmesiydi. Peki işler istendiği gibi mi gidiyordu? Hayır. Friedrich'in askerlikle herhangi bir alakası yoktu. Çok küçük yaşta Fransızca öğrenmiş, dönemin Fransız sanatına, felsefesine ve edebiyatına meraklı bir genç olmuştu. 

                                                                                               Büyük Friedrich Gençken
                                                               
 Vaktinin çoğunu okuyarak ya da felsefi tartışmalarla geçiriyor, babasının zorlamasına rağmen askerliğe meyil etmiyordu. Onun için uygun yer savaş meydanları değil, entelektüellerin oturduğu sofralardı. Kral Friedrich Wilhelm, oğlunun gelişiminden rahatsız olduğu için ona bazı yasaklar getirdi. Prensin okumaları sekteye uğruyor, sıkıcı askeri eğitimler alıyordu. Kısaca, sarayda bir esir hayatı yaşıyordu. Nitekim 18 yaşına geldiğinde bu kısıtlamalar canına tak etmişti, düşünüp, taşınıp ortaya bir kaçış planı koydu. Plana göre yakın arkadaşı Hans Hermann von Katte ile birlikte İngiltere'ye kaçacaklardı ve Friedrich "özgürlüğünü" kazanacaktı. Zamanın İngiltere kralı II. George, Friedrich'in dayısı olduğundan korunaklı bir ortama ulaşacaklardı. Her şey hazırdı, artık yola çıkma vakti gelmişti ki işler tepetaklak oldu. Kral, oğlunun kaçma planını öğrenmiş ve harekete geçmesine izin vermeden kaçakları yakalamıştı. Bunun üzerine ikisi de Küstrin Kalesi'ne hapsedildiler. Açıkçası Friedrich'in hayatı artık tehlikedeydi. Çünkü suçu sadece saraydan kaçmak değil, saraydan kaçıp başka bir ülkeye sığınmaktı. Soyluların gözünde bu vatana ihanet sayılabilecek bir davranıştı. Kral her ne kadar oğlunu affetme yetkisine sahip olsa bu olay onu da sinirlendirmişti ve oğlunun dersini almasını istiyordu. Yine de veliaht prensi idam ettirmek pek hoş bir davranış sayılmayacağından başka bir çözüm bulmalıydı. Gündüz vaktiydi, Küstrin Kalesi'nin Prens Friedrich'in hapsedildiği yere bakan avlusunda hareketlilik vardı. İdam için platform kuruluyordu ancak kimin için kurulduğu net değildi. Biraz zaman geçti ki von Katte platformda görüldü. Kral, oğlunu öldürmemişti fakat onun en yakın arkadaşını gözünün önünde öldürerek ona ders vermek istiyordu. O gün, Küstrin Kalesi'nde, Prens Friedrich'in bakışları içerisinde en yakın arkadaşı idam edildi.

Hans Hermann von Katte

 Prens ve von Katte arasındaki ilişki bazıları için tartışma konusudur. Friedrich'in çocuksuz ölmesi, karısıyla olan kötü ilişkisi ve kadınlara olan uzaklığı sebebiyle onun eşcinsel olduğunu iddia edenler bulunmakta, von Katte ile yakın arkadaştan ziyade sevgili oldukları ve babasının durumdan haber olduğu için von Katte'yi öldürdüğü de söylenmektedir. Bu iddianın doğru olma ihtimali varsa da kesin bir yargıya varmak mümkün değildir.
Friedrich bu olaydan sonra kraliyet affı ile hapisten çıkar ancak babasının bazı şartları vardır. Bir süre Küstrin Kalesi'nde kalmaya devam edecek ve orada bulunduğu süre içinde askeri eğitim alacaktı. Eğitimi tamamlanmadan, özel durumlar haricinde, Berlin'e gelmesi yasaklanmıştı. Nitekim Friedrich sonraki iki yılı Küstrin'de geçirmiş, ardından da Berlin'e dönmüştür.

  Evlilik Meselesi

 Yukarıda anlatılan olaylardan sonra Friedrich babasının sarayında yaşamaya devam etmiş, hayat normale dönmüştü. Evlenme yaşı gelmişti ve veliaht prens olmasından ötürü iyi bir evlilik yapması bekleniyordu. Kendisi ilk olarak Avusturya Arşidükü'nün kızı Maria Theresa ile evlenmek istemiştir. Maria Theresa'nın Avusturya tahtından feragat etmesi şartıyla düşünülen bu evlilik hiçbir zaman gerçekleşmemiş, danışmanının ve babasının baskısı sonucunda onların isteğine uygun bir evlilik yapmak zorunda kalmıştır. Elisabeth Cristine isimli soyluyla evlenen Friedrich düğününden sonra bir mektubunda şu sözleri söylemişti: " Onunla aramızda ne aşk ne de arkadaşlık olacak". Öncelikle yaptığı evlilik kendi iradesi dışında gerçekleştiğinden bu tepkisi anlaşılabilir. Bunun yanı sıra eşine karşı bu tavrını bazıları eşcinselliğinin göstergesi olarak görmektedir. Az önce de söylendiği gibi, bu meselenin gerçeğini öğrenmemiz oldukça zor. 

                                                                                                 Maria Theresa

  Hükümdarlığı

 Friedrich'in hükümdarlığıyla alakalı söylenebilecek çok şey vardır. Fakat bana göre konunun anlatımında bir orta yol bulmak pek kolay değildir. Ya detaylı ve uzun bir anlatım ya da kısa ama yeterli bir anlatım arasında tercih yapmak daha doğru olur. Ben de çok ayrıntıya girmeden, ama dönemin anlaşılmasını sağlayacak yeterlilikte bir anlatımda bulunmaya çalışacağım.

 31 Mayıs 1740'da, 28 yaşındayken, babasının ölümü üzerine Prusya kralı II. Friedrich olarak taç giydi. Onun zamanında Prusya (dolayısıyla Alman) felsefesi çok büyük ilerleme kaydetmiş, Kant ve Goethe gibi isimler o yıllarda yaşamıştı. Friedrich günümüzde pek çok tarihçiye göre Aydınlanma Çağı'nın gelişimine büyük katkı sağlamıştır. Ülke çapında açtırdığı okullar, filozof ve sanatçılara verdiği destek sayesinde Almanya'da aydınlanma düşüncesi ve vizyonunun olgunlaşması hızlanmıştır. Her ne kadar Alman filozoflar pek sofrasına konuk olmamışsa da yaptırdığı Potsdam Sarayı mimari güzelliğinin yanı sıra dönemin büyük kişilerinin (Voltaire gibi) toplandığı bir yer olmuştur. Fransızca yapılan ve genelde Fransız aydınların bulunduğu sohbetleri oldukça meşhurdur ve kendisinin de bu sohbetlerden çok keyif aldığı bilinmektedir. Gariptir ki Friedrich, Potsdam Sarayı'na eşinin veya herhangi bir kadının almasını yasaklamıştı. Kendisi Potsdam'da yaşarken Kraliçe başka bir yerde yaşıyor, aynı çatının altında kalmıyorlardı.

 Büyük Friedrich'e "büyük" lakabını getiren iç politikadan çok dış politika ve savaşlardaki başarısıdır. Onu herkes Avusturya Veraset Savaşı ve Yedi Yıl Savaşları'ndaki askeri başarılarıyla anımsar. Kısaca bu iki savaşın ne olduğunun açıklanması gerektiği fikrindeyim:

 a) Avusturya Veraset Savaşı
 Avusturya Arşidükü ve Kutsal Roma İmparatoru VI. Karl'ın erkek çocuğu yoktu. O zamanki yasalara göre sadece erkekler tahta çıkabilirdi, kız çocuklarının tahta çıkması mümkün değildi. Yine de imparatorluğu kendinden sonra çocuğunun devralmasını isteyen Karl, yayınladığı "Pratik Yaptırım (Pragmatic Sanction)" ile kızı Maria Theresa'nın tahta çıkmasına yasal bir olanak sağladı. Bu yaptırım çoğu Avrupa devleti tarafından kabul edildiyse de Fransa ve Prusya gibi devletler tarafından tanınmadı. Sebep açıktı: İmparatorluktan pay istiyorlardı. Tahta yeni çıkmış Genç Friedrich de Maria Theresa'nın imparatoriçeliğini kabul etme karşılığında Silezya'yı işgal etti. Fakat Maria Theresa bu işgali kabul etmenin meşruiyet kaybına neden olma ihtimalinden ötürü Prusya'ya ve müttefiklerine karşı savunmaya geçti. Friedrich'in tavrı netti. Silezya'yı alıp Maria Theresa'yı tanıyacak yahut onu illegal sayıp düşmanı olacaktı. Nitekim 8 yıllık savaşın ardından Friedrich Silezya'yı almış, halinden memnundu. Maria Theresa ise bu olaydan ötürü ona daima nefret duyacaktı.

 b) Yedi Yıl Savaşları
 1756 yılında, Silezya'yı geri almak isteyen Avusturya tarafından başlatılan savaş kısa zamanda bir Avrupa savaşına dönüştü. Fransa, Avusturya, İsveç ve Rusya  ittifak halinde Prusya'ya savaş açtı. Prusya'nın yanında ise yalnızca Büyük Britanya vardı. Savaşa Prusya iyi başlamış, Prag Muharebesi'nde büyük bir zafer elde etmişse de savaş ilerledikçe işler tersine dönmeye başlamıştı. Her ne kadar disiplinli ve ikmali iyi bir orduya sahip olsa da Prusya'nın düşmanı çok fazlaydı ve dayanmak çok zordu. Zaman içinde Prusya ordusu erimeye başladı. Kayıtlara göre bu savaşta 400 bin Prusyalı ölmüştü ve ülkenin direnci kırılmaya başlıyordu. Friedrich yine bu dönemde yazdığı bir mektupta "Benim için şu an en iyi şey ölmek" demişti. Neyse ki şansı yaver gitti ve imzalanan barış antlaşmalarıyla Fransa ile Rusya savaştan çekildi. Prusya zor da olsa zafer kazanmıştı ve büyük bir yıkımdan kurtulmuştu.
                                 Yedi yıl Savaşları'ndaki taraflar. Mor renkler Avusturya ve müttefikleri, Sarı renkler Prusya ve müttefikleri*

 Yazının başında bahsettiğim "çift kişilikli" olma durumu Friedrich'de anlaşılır şekilde görülmektedir. Her ne kadar gençliğinde askerliğe ihtiyaç duymasa da hükümdarlık görevini üstlendikten sonra babasının reformlarını devam ettirmiş, savaş meydanında askerleriyle birlikte çarpışmaktan çekinmemişti. Askerleri ona "Baba" diyordu. Çünkü çadırında oturup onları izlemek yerine onların yanında düşmana hücum ediyordu. Fakat barış zamanında dönemin büyük aydınlarını bir araya toplayıp, yaptırdığı sarayda entelektüel sohbetlerde bulunuyordu. Aslında hangisinin "hükümdar Friedrich" hangisinin "insan Friedrich" olduğu çok açık. Olayların çıkış nedenini iyi okuyup, sıkıntıların kişiler değil, devletler arasında olduğunun farkına varmıştır. Bu farkındalık seviyesine ulaşmasında gençliğinden beri felsefeye ve edebiyata olan ilgisinin etkisi de muhtemeldir. Bu oldukça değerli bir farkındalıktır ve her büyük kişilikte görülmez. Kendisinin de bu çift kişiliğinden haberdar olduğu ve meseleleri kişisel algılamadığını yine bir mektubundan anlayabiliyoruz Hükümdarlığının 15 yılını savaşarak geçirdiği, 400 bin askerinin ölümüne sebep olan hatta kendisine ölümü bile düşündüren Maria Theresa'nın vefatını haber aldığında bir dostuna yazdığı mektupta şu kelimeleri kullanmıştı:

"Ona karşı çok savaştım ama asla düşmanı olmadım."

                                                                                                                                                                   
* Harita: https://www.quora.com/What-if-Austria-allied-with-Britain-during-the-seven-years-war

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Endülüs Müslümanları ve Yeniden Fetih

Endülüs'ün Fethi, Öncesi ve Musa b. Nusayr